Monday, October 24, 2011

GÖZLERİMİN İÇİNE BAK

Yeni yıla kadar tamamlanmış olacak ROMAN ım "GÖZLERİMİN İÇİNE BAK" ın ilk 3 sayfası aynı zamanda konusu, ipuçları...

Atilla 2 yaşındadır. Kıvır kıvır saçları, yumuşak ses tonu ve insana neşe aynı zamanda enerji kaynağı olan gülüşü onu olağan çocuklardan ayrı kılan birkaç özelliktir sadece. Her çocuk gibi annesine doğuştan gelen sonsuz bir bağı vardır Atilla’nın. Annesinin kucağından inmek istemez, yürümek yerine ağlamayı tercih eder o, çünkü bilir ki annesinin kucağındayken her türlü beladan uzaktır, hiçbir kötülük ona orada ilişemez. Annesi de alır Atilla’yı kucağına ve yoluna devam eder her seferinde, kıyamaz onun gözyaşlarına, hayatla tek bağı olan kişi Atilla’dır çünkü. Gözünün içi gibi bakar ona. Onda kendini, emeğini, ilmik ilmik işlenmiş duygularını görür.
Atilla’nın doğumundan sonra geçen 2 yılın anlatılmaz ağırlığı Gül’ü olması gerekenden çok daha fazla yıpratmıştır. Anne olmanın verdiği sorumluluğun dışında, babasız bir çocuğu yetiştirmenin yükünü de omuzlarına almanın verdiği yorgunluk günden güne onu bitkin düşürür. Fakat farkındadır sorumluluğunun ve hiç şikayet etmez. Her isyan edesi geldiğinde Atilla’ya bakar sakinleşir, huzur dolar. Hiç düşünemeyeceği kadar mutlu olmaktadır Atilla’ya baktığı zaman. İşte o an gözlerinden yaşlar dökülür. Atilla’nın gözlerine baktığı zaman tutamaz kendini ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar. Kendisi de bilemez ne olduğunu, neden ağladığını en mutlu anında. Tek bildiği şey vardır o da Atilla’da hem erişilmez mutluluğu hem de anlaşılmaz bir hüznü bulduğu.
Atilla’nın babası Kerim bir bilim adamıydı. Bir grup yabancı meslektaşıyla birlikte ölümsüzlüğün gerçekten gerçekleşip gerçekleşemeyeceğini araştırıyorlardı. Yaptıkları araştırmalar ilerledikçe çok ilginç saptamalarla karşılaşıyorlar ve bunları da basınla paylaşıyorlardı. Yaptıkları saptamalardan biri şuydu:
“ Eğer bir insan doğduğu andan itibaren vücudunda hüzünle, kederle ilgili bir duygu hissetmezse gelişimi yavaşlayacaktır ve bu sürekli kılınabilinirse belli bir süreden sonra gelişim duracak ve sürekli aynı yaşta kalınacaktır.”
Bu saptamayı Kerim oldukça önemsiyordu fakat aynı zamanda ekip arkadaşları da bu durumun imkansıza yakın bir şey olduğunu çok ciddi bir şekilde düşünüyor ve başka saptamalar yapmanın, bunun üzerinde çok durulmaması gerektiğini düşünüyorlardı. Haksız da sayılmazlardı. Hüzün denilen duygunun önlenmesi imkansıza yakın bir olasılıktı. İnsanoğlu doğduğu andan itibaren birçok duyguyu aynı anda yaşamak zorunda kalıyor ve en küçük olayda dahi duygusal yoğunluk içine girip hüzünlenebiliyor, gözlerinden yaşlar dökülebiliyordu. Böyle bir gerçek varken hüznü bir kenara atabilmek nasıl elde olabilirdi, ya da çok küçük bir çocuğu veya bir bebeği nasıl olur da her türlü sorundan, kederden uzak tutabilir, olabildiğince ağlamasını engelleyip ölümsüz olabilme noktasına getirilebilirdi. İşte bu, Kerim ile arkadaşları arasında anlaşmazlığa neden oluyor ve bunun yanında kendi saptamalarının da arka planda kalmasına neden olduğunu düşündürtüyordu arkadaşlarına. Bir çok kez tartışmalar yaşanmıştı Kerim ve meslektaşları arasında. Bir gün Gregory, Kerime çıkışmış ve şöyle bir diyalog geçmişti aralarında:
-Yıllardır bu iş için gece gündüz çalıştık ve sen şimdi altını çok da dolduramadığın bir şeyleri halka açıklıyorsun, bize de bunun üzerinden araştırmaya devam etmemiz gerektiğini söylüyor ve bütün karşı çıkmalarımıza rağmen diretiyorsun, Kerim. Biz ekip olarak başladık bu işe ve ekip olarak devam ettik şimdiye kadar. Hiçbir zaman kimse kendi başına hareket etmedi. Şimdi sen diyorsun ki bir insan doğdu andan itibaren belli bir yaşa gelene kadar ne kadar az duygual yoğunluk yaşarsa, ne kadar az ağlar, istedikleri gerçekten karşılanabilinirse, o çocuğun biyolojik yaşı bir yerde sabitlenecektir. Buna inanabiliyor musun sen ? İnanabiliyor musun ki bir çocuk, bir bebek o kadar iyi korunabilsin, üstüne düşülebilsin, el üstünde tutulabilsin. Bizler burda her ne kadar yapılamamış olanı yapmaya, bilinmeyeni ortaya çıkartmaya ya da yaratmaya çalışıyorsak da akla uygunluk prensibini hiçbir zaman bir kenara koymamamız lazımdır, koyduğumuz an sonsuz bir derya olan bilimin içinden çıkabilmemiz mümkün değildir.   
Kerim her zamanki gülümsemesiyle birlikte karşısındakinin söylediğinin verdiği şaşkınlıkla biraz alt dudağını ısırarak Gregory’ ye acır gibi bakar ve
-Seninle 10 yıldır aralıksız bir çok çalışma yaptık, başarılı olduk ya da olamadık. Bir günden  bir güne bir problem oldumu aramız da ? Olmadı değil mi ? Peki hiç ben gruptan ayrı tek başıma davranıp grubu hiçe saydım mı, hayır değil mi. Şu anda siz diyorsunuz ki ben ekip arkadaşlarımı gözardı edip fevri davranıyorum ve çalışmaların yolunda gitmesini engelliyorum. Bakın yıllardır tek bir an bile şu anda olduğum kadar heyecanlı olmamıştım. Ben yıllarımı bu araştırmalara verdiğim halde hiç bu kadar kendimi iyi ve önemli hissetmemiştim. Neden mi ? Çünkü yaptığım işin gerçekten doğru olduğunu düşünüyorum, gerçekten şu anda geldiğim aşamanın bir miad olabileceğinin kuvvetle muhtemel zannediyorum. Sizin anlamanızı beklemiyorum zaten şu anda içinde bulunduğum durumu. Sadece bana saygı göstermeye çalışın yeter. Şu andan itibaren ekip başkanlığını da bırakıyorum. Sanırım benim fikirlerime saygı göstermek istemeyen onların çalışmalarını engellediğimi düşünen bir gruba başkanlık etmem çok da normal olmasa gerek. Sadece ekibin çalışmasının tamamlanacağı tarihe kadar burada olup görevimi tamamlayacağım...