Monday, November 14, 2011

5 ayrı bölüm 5 ayrı heyecan hepsi bir arada. Tanıtım bölümlerimizin 15 Kasım'a kadar olan kısımlarının hepsi tek yazıda.

...Her şeyi hazır gibi hissediyordu şuandan itibaren Kerim. Gül’ün mükemmel saptaması onu çok heyecanlandırmış ve aynı zamanda sabırsızlandırmıştı. İş başa düşüyordu yavaş yavaş. Gece olduğunda başını yastığa koyar koymaz o gün yaşadıkları aklından geçti. Sabahtan akşama kadar olan onca şey. Ekip arkadaşlarıyla tartışması, oradan ayrılıp sahil kenarına gidişi, mazi ve Gül. 
Her şeyin ne kadar çabuk geliştiğini farketmişti. Bir günden kısa bir sürede insanın bütün hayatı nasıl bir şekilde bir yerlerde karşısına çıkar, nasıl üzülüp nasıl sevinir hepsi. Kendini toparlaması gerekliliğinin çok net bir şekilde farkındaydı artık. Tamamlaması gereken bir misyonu vardı çünkü. Sanki bu hayata sadece o görev için gelmiş düşüncesi gözlerinden rahat bir şekilde okunabiliyordu. Yanında uyuyan Gül’e baktı ve kendine şu sözü verdi:
“Senin için, annem için, doğacak çocuğumuz için söz veriyorum ki bu çalışmadan alnımın akıyla çıkacağım. Annemin yaşadıklarını, çocuğum yaşamayacak. Ağlamak o kadar kolay olmayacak, insanlar birbirlerini o kadar kolay kırıp, yaralamayacak.”
Böylesine iddialı bir sözü üzerine çok büyük bir yük alarak veren Kerim, o günün artık son bulması gerektiğini düşünüp gözlerini kapatır ve bu çalışmaların gelecekte ölümüne neden olacağından, oğlunun hayatını planlanandan çok daha farklı şekilde değiştirebileceğinden habersiz uykuya dalar...

...Bir gün Gül her zamanki gibi evde zaman geçirirken bir haber geldi. Garip aynı zamanda ürkütücü. Olduğu yerde kalakaldı. Nefes almadığını çok net bir şekilde hissediyordu. Kanı dondu, çekildi. Yaşayıp yaşamadığını bile bimiyordu. Bir şeyler hissediyor fakat o hissettikleri yaşamak mıydı, kendisi bile anlayamıyordu. Hareket etmesi, bir şeyler yapması, mani olması gerekiyordu ama olmuyordu. Kendine gelemiyordu. Doğru muydu ki haber ? O telefonu eden kişi ya doğru sölüyorsa ? Ya Kerim’e bir şey yaparlarsa? Belki de o ana kadar yapmışlardı. Ne düşüneceğini ne yapması gerektiğini bilmeye çalışıyor, kendisiyle apaçık bir şekilde mücadele ediyordu. Bir an silkindi toparlanmaya çalıştı ve en baştan aldı o anı... 

...Nasıl ki önemli bir misafir geleceği zaman en iyi örtüler çıkar masaya, en iyi çatal bıçaklar, tabaklar, menüde yok yoktur. İşte çocuklar için de böyle bir ortam hazırlanmalı. Doğduğu andan itibaren o misafire en iyi hizmeti sunmalıyız, en iyi malzemeyi kullanıp menüyü zengin tutmalıyız fakat en önemli noktayı hiçbir zaman unutmamalıyız; biliyorsun ki hiçbir yemek içine sevgini, heyecanını, aşkını katmadan dört dörtlük olamaz...” 

 ...İnsanların yalvarıp yakarmaları hala kulaklarımda çınlıyor. 10 yaşlarında bir çocuk vardı. Simsiyah saçları koskocaman gözleriyle o kadar güzeldi ki.Dikildi adamların önüne “anneme vurmayın beni öldürün dedi”  10 yaşındaki çocuk söledi bunu, Gül. Annesine kendini siper etti. Annesi ağlamaktan ne yapacağını bilemezken o, tek gözyaşı dökmüyordu. O koca gözlerini adamlara dikmiş “anneme bir şey olacaksa ilk önce bana olmalı, annemden önce bana vurun, lütfen” diyordu. O birkaç dakikada uzaklara dalıp içimden dökebildiğim kadar gözyaşı döktüm. Annemi hatırladım ve kendi çocukluğumu. Kızdan hiç farkım yoktu benimde. Kızda tıpatıp kendimi buldum biliyor musun. Annesine bağlılığı, onu koruması, ona olan aşkı. İşte ölümsüzlük dedim. Bu da bir ölümsüzlük işte diye tekrarladım kendi kendime. Adamlara baktım tekrar. En kötüyle en iyiyi aynı karede görmek herkese nasip olmaz diyordum maalesef...

...Ertesi sabah olmuş, yepyeni bir gün başlamıştı. O günü Kerim evde dinlenerek geçirecek hem de uzun süredir Gül’e ayıramadığı zamanları telafi etmeye çalışacaktı. Hiçbir şeyden habersiz Gül yatağında uyurken, Kerim erkenden uyanmış kahvaltıyı bile hazırlamıştı. Oldukça neşeli tavırlarıyla önceki günkü olayları unutmaya çalıştığı çok net bir şekilde gözleniyordu. Dün dünde kalmıştı artık. Bugün tüm tazeliğiyle ağarmış, bir yılan misali derisine yapışmış bütün her şeyden arınmış olarak, o deriyi önceki günde bırakarak başlamıştı güne. Aklında çok önemli bir plan vardı bugün için. Sabırsızlıkla Gül’ün uyanmasını bekliyor bir yandan da devamlı aklından planının detaylarını geçiriyordu.
“Canım ne zaman uyandın sen? Sanki yıllardır uykudaymışım gibi hissediyorum, ne kadar çok uyumuşum, saat kaç?”
“Daha on bir buçuk öğlen olmadı yani. Bu sene kalkmayı düşünüyor musun önce onu söle sonra da kırk yılda bir hazırladığım bu sofraya teşrif etmek ister misiniz onu”
Kerim’in bu sözleriyle gülüşmeler havada uçmaya başladı. Gözlerini açar açmaz bu kadar güzel bir karşılamayla uyanmak inanılmaz enerji katmıştı Gül’e. Yataktan ok gibi fırladı ve:
“Vallaha hiç kusura bakma ben bu sofrayı kaçıramam. Beleşten hazırlamış bir sürü nimet var karşımda ve bunu benim bir tanecik kocam hazırlamış, oğlumla zaten acıkmışız kurt gibi. Geldik hemen...”