Ertesi sabah olmuş, yepyeni bir gün başlamıştı. O günü Kerim evde dinlenerek geçirecek hem de uzun süredir Gül’e ayıramadığı zamanları telafi etmeye çalışacaktı. Hiçbir şeyden habersiz Gül yatağında uyurken, Kerim erkenden uyanmış kahvaltıyı bile hazırlamıştı. Oldukça neşeli tavırlarıyla önceki günkü olayları unutmaya çalıştığı çok net bir şekilde gözleniyordu. Dün dünde kalmıştı artık. Bugün tüm tazeliğiyle ağarmış, bir yılan misali derisine yapışmış bütün her şeyden arınmış olarak, o deriyi önceki günde bırakarak başlamıştı güne. Aklında çok önemli bir plan vardı bugün için. Sabırsızlıkla Gül’ün uyanmasını bekliyor bir yandan da devamlı aklından planının detaylarını geçiriyordu.
“Canım ne zaman uyandın sen? Sanki yıllardır uykudaymışım gibi hissediyorum, ne kadar çok uyumuşum, saat kaç?”
“Daha on bir buçuk öğlen olmadı yani. Bu sene kalkmayı düşünüyor musun önce onu söle sonra da kırk yılda bir hazırladığım bu sofraya teşrif etmek ister misiniz onu”
Kerim’in bu sözleriyle gülüşmeler havada uçmaya başladı. Gözlerini açar açmaz bu kadar güzel bir karşılamayla uyanmak inanılmaz enerji katmıştı Gül’e. Yataktan ok gibi fırladı ve:
“Vallaha hiç kusura bakma ben bu sofrayı kaçıramam. Beleşten hazırlamış bir sürü nimet var karşımda ve bunu benim bir tanecik kocam hazırlamış, oğlumla zaten acıkmışız kurt gibi. Geldik hemen.”